Para bütün erdemleri satın alır. Para bütün kötülüklere karşı hoşgörülüdür, naziktir, böbürlenmez, uygunsuz davranmaz, bencillik etmez. Ama bazı bakımlardan Ravelston paralı birine bile benzemiyordu. Servetin getirdiği büyük ruh yozlaşması, ona dokunmamıştı ya da bilinçli bir çabayla uzaklaştırılmıştı. Hatta, bütün yaşamı ondan kaçma mücadelesinden ibaretti. Bu nedenle vaktini ve gelirinin büyük bölümünü, hiç de popüler olmayan bir sosyalist dergiye harcıyordu.
Hayatının her anında, gelirinin fazla olması nedeniyle sessizce özür dilemekteydi.
İki yıldır bu sefil odada yaşıyordu; hiçbir şeyin başarılmadığı iki fani yıl. Hepsi de yalnız yatakta son bulan yedi yüz adet boşa harcanmış gün. Aşağılanmalar, başarısızlıklar, hakaretler… Hiçbirinin de öcü alınmamış, karşılığı verilmemiş. Para, para, her şey para! Parası olmadığı için Doringler onu aşağılamıştı, parası olmadığı için Primrose şiirini geri çevirmişti, parası olmadığı için Rosemary onunla yatmıyordu. Sosyal başarısızlık, sanatsal başarısızlık, cinsel başarısızlık – hepsi aynı kapıya çıkar. Hepsinin altında yatan, parasızlık.
Göğsünde müthiş bir ağrı vardı. İnsan teması, insan sesi. Ama arzulamanın ne yararı vardı ki? Akşamı her zaman olduğu gibi yalnız geçirecekti.
Her seferinde hayal kırıklığı yaşamasına karşın, bu edebiyat çaylarını nasıl dört gözle beklerdi! Yalnızlığında bir avuntu oluyordu en azından. Yoksulluğun kötü yanı buydu işte –o hiç bitmeyen şey- yalnızlık. Günler geçer, aklı başında biriyle konuşamzsın; geceler geçer, o tanrısız evine dönersin, hep yalnız, hep yalnız.
Şimdi, haftada iki sterline indiğinde ve daha fazla para kazanmaya kendi elleriyle engel olduğunda yürütmekte olduğu savaşın ne tür bir savaş olduğunu kavrıyordu. İşin kötü yanı, vazgeçmenin feragat etmenin pırıltısı, çabuk sönüyordu. Haftada iki sterline yaşamak, kahramanlık olmaktan çıkıyor pis bir alışkanlığa dönüyordu.
Garipti. İngiltere’nin dört bir yanında insanlar işsizlikten kıvranıyordu, “iş” sözcüğünden midesi bulanan Gordon ise bırakması istenmeyen işlerden çıkıyordu.