“Sen foto-rafları kadrajlara s--dır-yorsun, bense saati kadranlara. İkisi de zaman- yakalamak için. İkisi de gerçeklişe inanmak için.” Zaman ve gerçeklik saplant-s-nın bulu-turdu-u iki insan… Foto-rafları haf-zas- yapan Kumru. Kafas-nda saat sesleriyle yaşayan Kalender. Zamana, bilgiye, yaşama, ölüme, var olmaya ve yok olmaya saplant-l- olanlar. Köyler, kasabalar, -ehirler, tren yolculukları, foto-raflar, saatler, zoraki katiller, yanl--l-kla işlenmiş cinayetler, gerçe-e tapanlar, karanl--- yaratanlar, seks baş-ml-ları, aseksüeller, istihbaratç-lar, devrimciler, dervişler, Bektaşiler, Kalenderiler ve çok daha fazlasını birle-tiren; geçmiş ile yar-n, yeralt- ile gökyüzü, hayal ile hakikat arasında seyreden mistik bir roman.
Celal bir gün, kadrandaki rakamların her birinin yerine küçük küçük “-imdi” yazm--, Hasan Ali Usta gözlü-ünün alt-ndan bakarak “Hep -imdiyi yaşıyorum diyorsun, öyle miş” diye gülümsemişti. “Hay-r” diye cevapladı ustasını Celal, “O -imdilerin hiçbiri aynı -imdi de-il. Bak…” Saatin pimini çevirerek zembere-i s-k--t-r-p bırakt-. Zembere-e fazladan bir dişli ile başladiş- kadran, saatin ibrelerine başl- olarak harekete geçiyor, ibreler soldan sa-a dönerken “-imdi” yazıları da sa-dan sola dönüyordu. “Usta” dedi, “Gök gürlemeden önce -im-ek çakar. önce ---k, sonra ses gelir. Zaman da önce olayları, sonra hissiyat-n- gösterir. Asla ân-, o ânda idrak edemeyiz. Sürekli bir devir daim gibi, ânlar an-la--r. ‘-imdi’, aynı zamanda ‘az önce’ ve ‘biraz sonra’ demek. Bu üç halkay- birbirinden ay-rmak imkans-z. TanPınar bunun için: ‘Yekpâre, geniş bir ânın parçalanamaz ak---’ demiştir.”
ınanmay- başaramayanlar için zaman da, tanr- da, gerçeklik de varsay-mdır. Fazlaca inan-lm-- tüm varsay-mlar hakikat gömle-ini giyer. Belki insanın zamanında, belki tanr-nın, belki de adı konulmam-- başka bir zamanda. Ama muhakkak giyerler. önemli olan, geri dönememe riskini göze almakt-r… Bu yüzden insan, kendine her an -unu sormalıdır: Her -eyin buradan sonra başladı--na seni ne ikna edebilir-”
(Tan-t-m Bülteninden)